Acaba stres sadece mental yüklenmelerden mi kaynaklanır? Aslında stres bedenin denge halini bozabilecek mental, fiziksel, kimyasal, termal, elektromanyetik tüm iç ve dış uyarı fazlalıklarının tamamını ifade eder. Bu uyarı fazlalıkları bedenin regülasyon mekanizmalarınca bertaraf edilebildikleri sürece sağlık devam eder, edemediğinde ise hastalıklar ortaya çıkar.
Günümüzden 100 yıl önce Prof. Dr. Hans Selye biolojik stresin bilimsel açıklamasını yapan ilk bilim adamıdır. Selye stres türlerini tanımlarken stresin sadece zihinsel olmadığını, zihinsel streslerin yanı sıra fiziksel, kimyasal ve termal stresler olmak üzere 4 tür stres olduğunu tanımlamıştır. Stresin türü ne olursa olsun uzun süre strese maruz kalındığında organizmanın benzer yanıtlar oluşturduğunu 1925 yılında yaptığı fare deneyleriyle tanımlamıştır. Buna göre kronik strese maruz bırakılan farelerin hepsinde (1) adrenal korteks genişlemesi, (2) timus, dalak, lenf düğümleri ve diğer tüm lenfatik yapıların atrofisi ve (3) mide ve duodenumda derin, kanamalı ülserlerden oluşan bir üçlü ortaya çıkardı. Buna Selye üçlüsü denildi. Stres kümülatiftir. Bir bireyin dört kategorinin tamamında hafif stresi varsa, birikim, stres üçlüsünü ve gelişen semptomları yaratmaya yetecek kadar önemlidir.
Selye, stresin vücut üzerindeki ilerlemesini ve bunun adrenal bez ve diğer vücut fonksiyonları üzerindeki etkisini sınıflandırdı. "Genel Adaptasyon Sendromu (GAS)" olarak adlandırılan bu sınıflandırmalar, hastanın durumunun ilerlemesini hangi aşamada olduğunu anlamaya yardımcı olur. Genel adaptasyon sendromunun üç aşaması, alarm tepkisi, direnç ve bitkinliktir. Alarm tepkisi akut streslerde gözlenen savaş ya da kaç tepkisidir. Vücudun tüm savunma sistemleri devreye girer. Otonom sinir sisteminde yaygın sempatik aktivasyonla birlikte adrenal bez hormonlarını tüketme noktasına kadar salgılar. Stres ortadan kalktığında ise beden kendini yenilemek için dinlenmeye geçer. Direnç aşaması ise baş edilemeyen kronik streslerin varlığında ortaya çıkar. Burada düşük seviyeli fakat sürekli bir alarm durumu vardır. Bu durumda adrenal korteksten stres hormonu olarak sürekli glikokortikoidler salgılanır. Bu, adrenal hipertrofisini ve stres üçlüsünün diğer bileşenlerini başlatan aşamadır. Bu aşamada fonksiyonel hastalık belirtileri ortaya çıkar. Eğer stresler ortadan kaldırılamazsa uzun süren düşük seviyeli alarm durumu adrenal bezlerin tükenmesine ve vücudun uyum yeteneğinin kaybına neden olur. Bu aşama ciddi kronik hastalıkların oluştuğu ve regülasyon tıbbında regülasyon donukluğu olarak ifade ettiğimiz aşamadır.
Günümüzde kronik hastalıkların patofizyolojisini aydınlatmaya yönelik yapılan çalışmalar daha çok semptomların ortaya çıkmasından sorumlu molekülleri araştırmaya yöneliktir. Kronik streslerin oynayabileceği rol ise kısmen göz ardı edilmiş gibi görünmektedir. Sadece son dönemlerde hastalıkların oluşumunda kronik streslerin rolünü vurgulayan allostaz kavramı ile birlikte farklı bir bakış açısı gelişmiştir. Allostatik yük kavramları 1988 yılında Sterling ve Eyer tarafından ilk kez kullanılmıştır. Vücuttaki tüm mekanizmaların denge durumunda olduğunu ifade eden homeostazın bozulması durumunda, homeostazı tekrar oluşturmak için ortaya çıkan mekanizmaların dinamik durumunu ifade eden bir terimdir allostaz. Vücut dengelerini bozan faktörlere allostatik yük adı verilir ve bu yük arttıkça denge için enerji sarfiyatının arttığı bir allostatik durum oluşur. Bu süreç aslında Selye’nin Genel Adaptasyon Sendromunun direnç aşamasına denk gelmektedir.
Allostatik yüklerin saptanmasında en sık önerilen yöntemler biyobelirteçler ve klinik kriterlerin kullanılmasıdır. Regülasyon tıbbı yaklaşımında ise allostazı ve allostatik yükleri saptamada önerilen en objektif ve pratik teşhis yöntemi kalp atım hızı değişkenliğinin ölçümüne dayanan HRV testidir. HRV testi ile elektromanyetik bir verici ile vücuda verilen streslere kalp atım hızlarının milisaniyeler içerisindeki değişkenlik dereceleri kayıt altına alınarak bir analiz yapılır. Kalp atım hızlarındaki değişkenlik ne kadar fazlaysa bedenin uyum kabiliyeti o kadar fazla demektir. Çünkü HRV testi vücudunuzun stres tepkisini kontrol eden otonom sinir sisteminize bir pencere açar. Yüksek HRV, daha esnek ve dirençli bir sinir sistemini gösterirken, düşük HRV kronik strese veya dengesizliklere işaret etmektedir.
Klasik modern tıpta allostatik yükler olarak halen mental stresler ana sorumlu olarak görülmektedir. Regülasyon tıbbı açısından ise allostatik yükler başka deyişle kronik stresler, sadece mental değil aynı zamanda biofiziksel ve biyokimyasal pek çok yüklerin toplamıdır. Biofiziksel kronik streslerin en önemlileri bozucu alanlardır. Nöravegetatif trigger nokta da denilen bozucu alan, beden üzerinde oluşan düşük voltajlı problemli vücut alanlarıdır ve bariz bir biofiziksel allostaz oluşturur. Bu alanlar vegetatif sinir sistemi üzerinde yük oluşturarak pek çok semptoma neden olabilir ve bedenin bu durumu kendi mekanizmaları ile çözme şansı yoktur. Bozucu alanlar doğumdan itibaren geçirilmiş hastalıklar, ameliyatlar ve travmalardan kaynaklanabilir. Biofiziksel allostazın ortadan kaldırılmasında en önemli tedavi yaklaşımı ise nöralterapidir.
Biyokimyasal allostatik yüklerden en önemlileri ise latent asidoz ve bağ dokusunun ağır metaller başta olmak üzere kronik toksik yüklenmeleridir. Ayrıca vücuttaki biyokimyasal süreçlerde önemli roller alan vitamin minerallerde oluşan eksiklikler ile homeostazda önemli rolü olan bedenin doğal floraları da bu grupta yer alabilir. Bu yükler ise tıbbi şelasyon yöntemleri ve ortomoleküler tıp yaklaşımlarıyla tedavi edilebilirler.
Sonuç olarak hastalıkların ve yaşlanmanın oluşumunda ana sorumlunun kronik stres başka bir deyişle allostatik yükler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Allostatik yükler, regülasyon tıbbı teşhis ve tedavi yaklaşımlarıyla birlikte düzenli egzersiz, farkındalık uygulamaları ve dengeli beslenme gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle yönetilebilir ve azaltılabilir.